15 Ekim 2012 Pazartesi

Ayraç yaptım, hemde Sünger Bob'lu :)

      Kitapları seviyorum, kitap okumayı seviyorum, sayfa hışırtısını seviyorum, kitap almasam bile kitapçıya gitmeye bayılıyorum, sahaflar da benim için vazgeçilmez. Kitap okurken onunla bir çok duyguyu paylaşıyor insan, bir kitap ne kadar çok okunmuşsa, ne kadar elden ele geçmişse o kadar değeri artıyor sanki, yaşanmışlığı oluyor, ben bunu da çok seviyorum
       E hal böyle olunca insan kitaplara gözü gibi bakıyor, okurken mutlaka ayraç bulundurması gerekiyor, sayfa kıvırmak, hatta özensizce gelişigüzel bir takvim yaprağı, herhangi bir gazete,dergi sayfası koymak bile bana saygısızlık gibi geliyor,  (deli miyim ne, nerdeyse sayfayı kıvırırsanız canı yanacak, içine özensiz bir kağıt koyarsanız kalbi kırılacak diyeceğim)  :)

     Neyse sözün özü şu ki, kitapları sevdiğim kadar ayraçları da seviyorum, hele de kendim yapıyorsam...
                   
            Öncelikle böyle bir kağıt oluşturmanız gerekiyor, kağıt ne kadar büyük olursa ayraçta o kadar büyük                                  
                                                                            olacaktır.
Kağıt aslında iki adet kareden oluşuyor, aynı boyda iki kare kesip, birini ortadan ikiye üçgen olacak şekilde                          
                 keserseniz ve şekilde ki gibi, kareyi sivri ucu yukarı gelecek şekilde koyup, yanlara da üçgenleri,
                               yerleştirirseniz şekil tamamdır :) Sıra detaylandırmaya geldi...


Aslında Sarı kartonda yapılsa bu işleme gerek kalmaz, ben evde olan malzemeleri kullandım,
Kağıtla şekli oluşturup, üstüne sarı kağıdı yapıştırdım, hemde kalınlaşmış oldu.



Daha sonra üstteki sivri uçları katlayacağız, üst sol sivri ucu, sağ alt sivri uçlaaaa, 


Üst sağ sivri ucu ise, alt sol sivri uçla birleştiriyoruz, ve bu iki kapakçığı birbirlerine yapıştırıyoruz, 
(Not: Aman sakın alttaki kareye yapıştırıcı değdirmeyin, çünkü kitap sayfası oraya girecek)
Çok mu detay veriyorum acaba :)




Sonrasında sıra süslemeye geldi, beyaz kağıt ve boyalar yardımıyla Sünger Bob'un suratını oluşturdum


Ve kitabın içindeki yerini aldı :) Çok sevimli değil mi ama


Koca kız oldum ama hala çok seviyorum seni Kare Şort ;)


Yapmak isteyen herkese kolay gelsin,
Keyifli günler...


   

Ojelerle renklensin hayat :)

     Gözünüze soluk mu göründü dünya, boyayın boydan boya, hayallerimize kim engel olabilir ki, değil mi ama....
     Renkli,canlı bir hayatım olsun istiyorum bende herkes gibi, e her zaman olmuyor itiraf ediyorum ama olmalı, hayat karamsar olmaya yetmeyecek kadar kısa...
      Neyse ben konuyu farklı yerlere götürmeden fotoğrafları göstermeye başlayayım :)


Yemek yapmayı ve mutfağımı seviyorum, rengarenk bir mutfağım var, herşey renkli olsun, girince içim açılsın, yemek yaparken keyif versin diye düşündüm mutfak eşyalarımı alırken,
Öyle de oldu sanırım, keyifli vakitler geçiyorum yemek yaparken, ama şu tahta kaşıklar pek bir soluk duruyorlardı, başka bloglarda gördüm, denemeden olmaz dedim,


Bantla ojenin gelmesini istemediğim kısımları kapattım, ve boyadım, Çok oje kullanan biri olmadığımdan renk renk ojem yoktu, heves alıp aldığım bir kırmızı oje duruyordu kenarda onunla denedim ilk olarak, 


Sonuç bu, güzel oldu bence, hatta bir kaç defa kullandım, yıkadım, hiç bir şey olmuyor,
Renkli ojeler alıp, devam edeceğim diğer kaşıklarımı da boyama.
Ve sonra anahtarlarımı boyayacağım :)
Bunlar farklı sitelerden topladığım fikirler, 








Hadi bayanlar neyin rengini değiştirmek istiyorsanız ondan  başlayın, 
Alın ojeleri elinize, 
Başlayın değişime :)



  

9 Ekim 2012 Salı

Eskişehir gezisi ''Part 2''


Daha önce de söylediğim gibi Eskişehir'i çok sevdik, (daha önce derken şu posttan bahsediyorum :) ikinci günün sabahı erkenden kalkıp, gondol turu niyetiyle Adalara gittik, yine tramvayla çarşı durağında inip, ikinci köprünün altında görünen, hali hazırda bizi bekleyen gondolları gördük, :)
Ve hemen atladık içlerine :)



bu yanımızdan geçen başka bir çift


  Bu da bizim gondolumuz,


güzeldi, ben beğendim, 10 dk sürdü tur ama değerdi.


Ordan çıkıp Bilim ve kültür Parkı'na doğru yol aldık,
Sanırım şehirde tramvay yolunun uzak olduğu tek yer. :) minibüsle devam ederek ulaştık parkımıza.
Karşınızda masal evi :) yoksa şatosu muydu :) öyle bir şey işte tam hatırlayamadım adını :)


Buda Korsan gemisi, 1tl ücretiyle, içini de gezebiliyorsun, amaaam ne var girmesekte olur diye düşünürken, gezince fikrimin değiştiğini anladım hemen :) her ayrıntı düşünülmüş, alt kısmına giriliyor, kaptan köşküne çıkılıyor v.s.


Bu da Kaptanın özel odası :)


Yine masal şatosu, gittim geldim bunu çekti, her açıdan fotoğrafı mevcut elimde :) içerisi yapım aşamasındaymış, bitince tekrar etmem gerekecek bu ziyareti, eminim yine detaylar muhteşem olacak


Ve başka bir versiyonu :)


Daha sonra ki gün, KentPark'a gittik, öğleden sonra otobüsümüz olduğu için onu sona bıraktık çünkü otogarın hemen karşısında,
Bu yapay denizin, yapay kumsalından bir kare,
Bir İstanbullu olarak bana komik gelse de, yapanı takdir etmedim de değil hani, uğraşmış yapmış helal olsun dedim. Giren var mı bilmiyorum biz varken kimseyi görmedik,


Bu da Kentpark'ın ortasından geçen Porsuk :)


Aslında ne yenir, neleri meşhurdur pek bahsetmedim, aslında yemek yemeğe girdiğimizde o kadar aç oluyorduk ki, fotoğraflamak aklıma geldiğinde çoktan silip süpürmüş oluyorduk besinleri :)
Ama söyleyeyim, Çiböreği meşhur, Balaban kebabı, Met helvası, Haşhaşlı çöreği...
çibörek (az sonra altta da göreceksiniz kendisini) kıymalı, yağda kızartılan bir börek çeşidi,
Balaban, İskender kebap benzeri, pide, üzerine salça sos, yoğurt, köfte ve şiş ten oluşan bir kebap, yani iskenderin üzerinde döner değilde, köfte ve parça et var, biz İsmet İnönü cad.de bool köfte'de yedik, köftenin lezzetine bayıldık, heryerde köfte bu kadar güzelmidir bilmiyorum
Haşhaşlı çöreği ve met helvasını da bir çok yerde göreceksiniz zaten, ikiside gayet güzel, denemeye değer, 



Burası Kırım Çibörekçisi, yine Kentparkta, kahvaltıdan kalkalı çok olmamıştı, ama eşim şehirden gitmeden bir çibörek daha yiyelim deyince girdik içeri, e tabi çok aç olmadığım içinde fotoğraf çekmeyi atlamadım :)

Siz bu kadar çok olduğuna bakmayın, bende öyle demiştim çok fazla kim yiyecek bu kadar şeyi diye ama yeniyor :) çok açken hepsini yemiştim bir çırpıda, ama bu kez eşim eşlik etti bana bitirememiştim.
Eskişehir gezi postu burda sona eriyor, umarım gitmek isteyenlere yardımcı olabilmişimdir, 
Keyifli günler herkese...










8 Ekim 2012 Pazartesi

Eskişehir gezisi ''Part 1''

         
          Gittim, geldim, çok fotoğraf, görülecek çok yer olduğu için bir kaç post hazırlamaya karar verdim.

İnterneti kulanmayı seviyorum, Eskişehir'e gitmeden önce saatlerce çalışma yaptım internet başında :)
Eşim diyor zaten ''Ben bu interneti senin kadar verimli kullananını görmedim'' :)
Ama en çok bloglardan yararlanmaya çalışıyorum, çünkü genelde en doğru ve detaylı bilgiyi ilk ağızdan duymuş oluyorum.
Bende gitmek, görmek isteyenlere yardımcı olmak için postu detaylandırmaya karar verdim.


Eveeet, ilk Eskişehir fotoğrafımız bu. Otogarda indik, hemen önünden tramvay geçiyordu binip, çarşı durağında indik, 
Üç dakika yürüdük, manzara bu... Bayıldım...


Şehrin ortasından Porsuk nehri geçiyor, e hal böyle olunca, sayısız köprü var, kimi araba trafiğine açık, kimi kapalı.


Ve renk renk boyamışlar, tabi ki ben en çok pembeyi sevdim :)


Bu köprüyü görünce de, Hindistan'ı çağrıştırdı.
Porsuk boyunca uzun uzun yürüdük, otele eşyalarımızı atıp, dooooğru meşhur Odunpazarına gittik.


Evlerin hepsi birbirinden şirin, sokaklar birbirinden renkliydi.


Küçük bir cam atölyesine rastgeldik, içeriyi gezdik, hata bir kaç hatıra bile aldık çıkmadan :)

Aşağıdaki yeşil ayna bildiğiniz soda şişeleriyle yapılmış. Muhteşem bir geri dönüşüm değil mi?


Atölyeden görüntüler





Takılar, kiraz küpelere dayanamadım, aldım, hatta şu an kulağımda :)


Yine odunpazarı evleri,



Yine,


Yine,


Ve yine,



Odunpazarının yukarı taraflarında kalıyor Kurşunlu camii ve külliyesi


Külliyenin içinde sanata yer verilmiş, bunlar lüle taşı, Eskişehir'in meşhur taşı,
Neler yapmışlar neler, şaştım kaldım, dakikalarca izledim yapılan çalışmaları


Santranç takımı yapmışlar, şahane,


İnce ince dantel gibi işlemişler


Hele de bu saat, ne kadar zarif olmuş baksanıza, hayran kaldım



Bu da cam atölyesi, içerde sürekli çalışmalar oluyor, gidip, oturup izleyebilirsiniz


Ne yapıyorlardı çok merak ettim ama tabi ki bitmişini göremedim o kadar kısa süre içinde.


Bunlar sergilenenlerdi


Şunlara bayıldım, incecik yapmışlar camı, inanılmaz gibi görünüyor


Şuna bakın, bildiğiniz heykel yapılmış, vay bee :)


Evet, evet bu da bir ahtapot, yapan yapmış, denilecek pek bir şey kalmadı



Ve odunpazarının en uç noktasında Şelale Park varmış, iyi çıkalım dedik, çık çık bitmedi,
Neyse vardık oturduk, hava bir bozdu, öyle şimşekler çakıyor ki, zıplıyorum yerimden (ayıptır söylemesi şimşekten korkarım da birazcık, yarım saat kadar şiddetle devam edince oturup hüngür hüngür ağladım, zangır zangır titredim falan, yağmur durur diye bekledik, durmadı, hiç gezemeden koşa koşa yokuş aşağı inip kendimizi taksiye zor attık, ordan da otele gidip, ilk günü bitirdik,
Sıra ikinci günde, yani bir sonraki postta ;)